Feeds:
Yazılar
Yorumlar

Archive for Haziran 2010

Konu futbol topu olunca “vurun” yazmak ne derece doğru oldu bilemedim. Ancak bildiğim şey; Adidas bu işi biliyor. Artık her Dünya Kupası’nda organizasyon, takımlar, yıldızlar kadar artık top da konuşuluyor. Gören de kendi kendine gidip gol oluyor zanneder! Armut gibi topu 30 metreden içeri alan kalecilerin hedefi belli; top çok hafif, yön değiştiriyor, kayıyor… Yersen!

Read Full Post »

Paul Gascoigne yine hastanelik. Bu kez sebep ne alkol ne de uyuşturucu. 43 yaşındaki İngiliz, bir kadının kullandığı kendisi ile birlikte bir yolcunun daha içerisinde olduğu arabanın yoldan çıkması nedeniyle Newcastle’da ciddi bir kaza geçirdi. Hayati tehlikesi yok, ancak durumu ciddi…

Read Full Post »

Şüphesiz ki Fildişi Sahilleri’nin en büyük umudu Drogba. Hazırlık maçında dirseği kırılınca bir ulus yasa boğuldu. Ancak o azmetmiş gözüküyor. Birkaç güne antrenmanlara başlayacağı yazılı yabancı basında. Ben yukarıdaki askılı görüntü ile nasıl olacak o iş anlamadım… Bu işte bir sponsor ayağı olmasın? 1998’de Fransa’daki finalde Nike-Ronaldo işbirliği aklıma geliyor da…

Read Full Post »

Ulan Kamerun ulan Japonya! Bir aşağıdaki posttaki yazıyı, satır sahibine yedirmek için biraz daha bekleseydiniz… Danimarka’nın Kamerun’a geçileceğini yazmıştım, çok değil bir iki saat sonra yamulduk. Japonlar top oynamadan Kamerun’u yendi. Kamerun’un da oynamak gibi bir niyeti olmayınca bir kez daha heyecansız yeni bir 90 dakikaya tanıklık ettik.

Kamerun’un kalesinde Süleymanu’nun olması, daha doğrusu forveti Eto’o olan bir takımın Süleymanu’dan daha iyi bir kaleci çıkaramayışı ortadaki futbolun temelidir. Japonya ise eski “taş gibi bir takım” görüntüsü çok uzaklarda kalmış. Gözün aydın Danimarka, sen bu futbolla bile şansa sahipsin…

Read Full Post »

Açıkçası Güney Afrika 2010, Almanya’nın oynadığı top hariç futbolseverleri tatmin etmekten uzak geçiyor. Tek forveti kim bulduysa Allah’ından bulsun. Takımlar o denli ürkek ki; tek forvete destek vermek kimsenin aklına gelmiyor. Herkeste bir Lucescu havası hakim…

Güzel futbola hasretimizi Soccer City Stadyumu’ndaki Hollanda-Danimarka maçı dindirir diye ummuştuk. Yanıldık. Danimarka’nın kımıldamaya mecali yok, bu futbolsuzlukla grupta işleri zor. Kamerun kıta, iklim, vuvuzela derken grubun ikinciliği için favoridir bu futbolla.

İki takım bugüne değin 28 kez karşılaşmalarına rağmen ilk kez Dünya Kupası sınırlarında oynadılar. Hollanda 1938’de Çekoslovakya’ya 3-0 yenildiği günden beri açılış maçlarında kaybetmiyordu; bu istatistiği devam ettirdi.

Hollanda da hücum futbolundan çok uzak bir görüntü sergiledi. Üç dört kişiyi rakip yarı sahaya gönderip, bireysel yetenekler ile sonuca gitmeye çalışmaları yadırgattı. Belki de iyi oynuyoruz da ne oluyor arkadaş, erkencecik eleniyoruz diyerek taktik değiştirmiş olabilirler. Bulduklar ilk gol, daha doğrusu Poulsen’in kendi kalesine attığı gol tamamen şans.

İkinci yarıda Elya girdi de bir iki güzel hareket görmüş olduk. Nitekim ikinci golü de yarattı, boş kaleye Kuyt vurdu. Hollanda maça kontrollü başladı kontrollü bitirdi. Eylül 2008’den beri yenilmedikleri de düşünülünce tüm hayalkırıklığına rağmen iddialı durumda olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bert van Marwijk’ın takımına eğer sezonu mükemmel geçiren Arjen Robben eklenirse biraz daha hayalimizdeki portakal olabilirler…

Read Full Post »

Güney Afrika’da sahaya çıkan en iyi takımın, en azından şu ana kadar Almanya olduğu su götürmez bir gerçek. Üstelik Low’ün takımı geleneksel olarak yaşlı kurtlarla bezenmiş kadro yapısının aksine çoluk çocuk kıvamında. Klasik Alman disiplini, başta Mesut olmak üzere yaratıcılıkla bezenmiş durumda. Hal böyleyken Avustralya’nın Panzerler karşısında tutunamaması kadar doğal bir futbol gerçeği olamaz.

Herhalde bu maça gelene kadar, ülke sınırları içerisinde merakla beklenen bir maç olmamıştı kupada. Bir yanda İstanbul kaçkını Kewell ve kısa sürede herkesin hayranlığını kazanan Neill, diğer yanda bizim çocuklar; Mesut Özil ve Serdar Taşçı… Bu dörtlüden ikisini izledik, Mesut’a ise hayran kaldık.

İki ülke daha önce iki kez karşılaşmışlar ve her ikisini de Almanya kazanmıştı. Panzerler 74 Dünya Kupası’ndaki maçı 3-0 alırken, 2005’deki Konfederasyon Kupası’ndaki maçı da 4-3 almayı bilmişlerdi. İstatistiklerin Mesut ve arkadaşlarını işaret ettiği bir diğer bilgi de Almanya’nın oynadığı son beş açılış maçını da kazanmış olmasıydı.

Durban’daki Moses Mabhida Stadyumu çimlerine gönderdiği kadroyu Schweinsteiger, Mesut, Podolski, Klose ve  Muller gibi hücumcularla dolduran Low ektiğini biçti… Duran toptan yakaladığı fırsatı üçüncü dakikada gole dönüştüremeyen Avustralya, bu dakikadan sonra peşpeşe gelen Alman salvolarına karşı koymakta güçlük çekti. Nitekim koyamadı da. Dünya Kupaları’ndaki en golcü ikinci Alman futbolcu olan Klose, Bayern forması ile sezonu sadece üç golle kapatmasının örneklerini sergiledi. Öyle ki kafa ile auta, yerden boş kale yerine dışarı derken Low’un güvenip sahaya gönderdiği Klose’de “bunalımdaki Hakan Şükür” emareleri okunacaktı neredeyse…

Klose’nin yine pozisyon içerisinde olduğu atakta sen yapamıyorsan bana bırak diyen Podolski yaradana sığınıp füzeyi çaktı! Bu gol tüm Almanları ama en çok da Klose’yi rahatlatmış gibi geldi. Çok değil az bir süre sonra Klose de adını kupanın golcüleri hanesine yazdırdı. Diğer tarafta Neill çıldırmış, Kangurular dağılmıştı bile…

Bu dağılmışlık Almanlardaki disiplini doğal olarak gram oynatmadı; ilk yarım saat biterken Mesut’un kaleye gönderdiği topu Neill çizgiden çıkardı. Bu kurtarıla beraber umutlar ikinci yarıya taşınmış oldu. Nitekim ikinci yarıya Avustralya hızlı ve etkili başladı. Sağlı sollu gelen ataklardan birinde Meksikalı hakem Marco Rodriguez penaltıyı es geçti. Futbol bu olur derken bu kez de Pim Verbeek’in en güvendiği ismi, Tim Cahill’i çok ağır bir kararla maçın bitimine 35 dakika oyun dışı bıraktı.

Almanların futbolları, Meksikalı hakemin de kritik kararları ile dağıttığı Avustralya panzere daha fazla karşı koyamadı. İkinci yarının hemen başındaki canlanış, ölümden önceki son iyilik hali gibi kaldı. Almanlar üçüncü golü bulmak için geldiklerinde önce boş kaleye atamadılar ancak sonunda Muller ile üçlediler.

Üçü bulup rakibi bitiren Alman disiplini dördü bulmaz mı? Bulur elbet, bir iki dakika sonra da buldu da! Oyuna girip gol atmak için çok beklemeyen Cacau, Mesut Özil’in al da at dediği topa ‘ok’ verdi…

Lafı uzatmaya, farklı sonuçta hakem etkisini abartmaya gerek yok. Alman iyi be abi!…

Read Full Post »

Yukarıda Everton’ın 2010/11 sezonundaki formalarından birini görüyorsun ey okuyucu! Fazla söze gerek yok zannedersem. Bu sene Galatasaray’ın da pembe, pardon somon!, giyeceğini göreceğiz herhalde. Futbol aşıklarına iki kuruş para için yapılan bu eziyet fazla değil mi?

Read Full Post »

Seviyorum seni be adam…

Futbolculuğuna yetişebildiğim için şanslıyım. O konudaki ilahi durumun apayrı zaten. Serseriliğin, uslubun, oyunu sevdirmen, puro ile antrenman yaptırman, küfürlerin, belgeselin…

Bir tanesin.

Read Full Post »

Beşiktaş ‘sonunda’ bombayı patlattı. İmzanın aylar öncesinde atıldığı, olası bir Fenerbahçe şampiyonluğunun hemen ardından açıklanmak üzere bekletildiği söylenmiş, hatta Quaresma formalarının bile hazır olduğu iddia edilmişti. Nitekim Beşiktaş yönetimi de transfer görüşmelerini borsaya bildirerek Portekizli’yi gündemin ilk maddesi yapmıştı. O zaman buralar dutluk, Beşiktaş’ın teknik direktörü Denizli’ydi.

Aradan zaman geçti…

Portekizli yıldız ikna edilmiş ve imza atılmışsa, beraberinde getirdiği tüm soru işareklerine rağmen bu transfer bombadır. 83 doğumlu, özgeçmişinde Porto, Chelsea, Inter Milan yazan oyuncu tartışmasız futbolumuza katkıdır. Uyumu, Schuster ile anlaşması, yetenekli ama koşmuyor arkadaş kısımlarını sezon boyunca konuşuruz…

Read Full Post »

Bugüne kadar iki ülke ikisi de hazırlık maçı olmak üzere karşı karıya geldiler. Suudi Arabistan’da 2006 senesinde oynanan maç 0-0 biterken, 2007’de Craven Cottage’de 1-0 kazanan ülke Güney Kore oldu. Güney Kore Dünya Kupası söz konusu olunca tam anlamıyla Asya’nın Gururu mertebesine yükseliyor. 8 kez bu şölen içerisinde yer alabilmişler. Afrika’ya gelirken de 7 galibiyet bir beraberlikle isimlerini kupaya yazdıracak kadar iyiler. Oynadıkları yarı final halen akıllarda… Yunanistan ise sadece ikinci kez Dünya Kupası heyecanı yaşıyor. Güney Kore’yi maç öncesi öne çıkaran bilgiler sadece bunlar da değildi üstelik. Hazırlık maçlarındaki futbolları ve aldıkları sonuçları da maçın favorisini Asya’da buluyor…

Yerküre üzerinde geçirdiği 71 yıl ile kupanın en yaşlı teknik adamı olan Otto Rehhagel’in “ben sana Avrupa Şampiyonu olamazsın demedim, göze hoş gelen futbol oynayamazsın dedim” denilse yeri olan Yunanistan’ı Dünya Kupaları’nda maç kazanabilmiş değil. Üstelik katıldıkları tek kupa olan ABD 1994’de gol dahi atamamışlardı.

Port Elizabeth’deki Nelson Mandela Bay Stadyumu’ndaki maç tribün anlamında başlamadan hayal kırıklığı yarattı. Seyircilerin ilgisizliği tribünlerde büyük boşluklara neden olmuştu. Ne büyük ayıp!

2004’den alıştığımız üzere Yunanistan henüz ikinci dakikada kornerden golü buluyordu. Ancak erken ve hem de duran toptan golü bulan taraf Lee Jung Soo ile Güney Kore oldu. Defans ve duran top becerisi ile Avrupa Şampiyonu olmayı başarmış bir ülke için hazin bir durum…

İlk golün şoku Yunan oyuncuların üzerinden atılamamışken ikinci gole Yeni Zelandalı hakem Michael Hester penaltı çalmayarak engel oldu. Bu dakikalarda komşumuz Samaras ile sol kanattan gelmek dışında başka bir şey denemiyordu. Nitekim bu arayış cılız biçimde de olsa hareketlenen Gekas dışında destek görmedi. Yunanistan’ın bu etkisizliği karşısında Güney Kore çok daha etkin biçimde gole yaklaştı. Guus Hiddink’in hem milli takımda hem de PSV Eindhoven’da parlattığı, Manchester United’da garip ama bir o kadar da haklı biçimde kendisine forma bulan Park Ji-Sung’ın pası adaşını kaleci ile karşı karşıya bıraktı. Bu kez gole hakem değil kaleci engel oldu.

İlk yarı eveleme geveleme ile 1-0 bitti. İkinci yarının başı aynen maç başı gibi oldu. Yine başlama düdüğünden 6 dakika sonra Güney Kore buldu. Yunanistan topu bu kez kendi yarı sahasında eveleyip kaybedince zaten sotede kontra bekleyen Koreliler Park ile golü bulmayı bildi.

Maçın kalan dakikaları nasıl geçti dersen; Yunanistan yine debedendi ama etkili olmaktan uzaktı. B nedenle de Dünya Kupası tarihindeki ilk gollerini de bulamadılar. Güney Kore ise Arjantin’in Nijerya’yı sadece 1-0 yenmesi ile grup liderliğine yükseldi. Messi +10 karşısında lider olma ihtimalleri düşük, ancak en azından ikinci olacak gibi…

Read Full Post »

Bu ses yeter diyorsan, beynimize tecavüz etti, futbol libidomuzu bitirdi diyorsan bu siteye gir. Gir ve destek ol: http://letskickvuvuzelaoutoffootball.com/

Read Full Post »

Ülkeler bazındaki uluslar arası futbol kapışmalarında geleneksel olarak Arjantin’i destekleyen bir kişi olarak Uruguay’a kanım oldum olası ısınmamıştır. Ancak Fransa’nın başındaki Domenech’e olan duruşum da blogu okuyanların malumu. O nedenle maç öncesi karışık duygular içerisindeydim. Ancak sonradan aklıma Henry’nin eli geldi ve tarafım netleşmiş oldu!

Kadrolar açıklanınca Henry’nin kulübede olması Anelka’nın tek forvette yer alacağı şeklinde okunduğunda normal karşılanabilir. Ne de olsa Chelseali mevkidaşına göre çok daha formda… Ancak aynı 11’de Govou varsa ben Henry’nin yerinde olsam epeyce mızmızlık yapardım.

Uruguay ile Fransa bu maça kadar 5 kere karşılaşmışlar, Güney Amerika temsilcisi bu maçlarda 2 galibiyetle Avrupa temsilcisinin 1 yengisine karşı üstünlük sağlamıştı. Fransa’nın domine ettiği turnuvalarda karşılaşmadıkları sonucunu çıkarabiliriz buradan.

 

Maçın ilk yarısı da istatistiklere benzer şekilde geçti. Favori olan Fransa top oynamaya çalışır gibi yaptı ancak en önemli şut Uruguay’dan geldi. Anelka’nın ofsayt pozisyonuna sazanlaması dışında Fransa cılız atalar geliştirdi. Kıpırdanmalar genelde Ribery’nin olduğu sol açıktan geldi. Uruguay ise Diego Forlan’dan medet umdu. Ancak golcü oyuncu kendi ekmeğini taştan çıkarmadığı sürece top yüzü göremedi. Kısır bir ilk yarı izledik velhasıl… İlk maçın stresi yanında Fransa’nın Dünya Kupaları’nda Güney Amerika ülkelerine karşı son golünü 1986’da Brezilya’ya attığı düşünülünce şaşırtıcı bir ilk yarı olmadığını görürüz… Uruguay’ın Dünya Kupaları’ndaki halini de bir diğer istatistik anlatıyordu. Güney Amerika ülkesi son 14 Dünya Kupası maçında sadece bir kez galip gelebildi. O da 1990’da Kore’ye karşı aldıkları galibiyetti… Dünya Kupası’ndaki son maçı da 2002’deki 3-3’lük Senegal maçıydı.

Cape Town’daki Green Point Stadyumu’nda maçın ilk yarısının en heyecanlı anları Japon hakem Yuichi Nishimura’nın kayarak ayakta kalıp kalamayacağına dair bahisleri açtığı pozisyondu!

İkinci yarıda da benzer kısırlık devam etti. Uruguay Forlan’ın ortaladığı serbest vuruşlarla etkisiz kalırken, Fransa’nın ne yapmak istediğini bile anlamadım. Domenech kaleyi gören elini korkak alıştırmasın abansın diyerek yine yaratıcı bir taktik geliştirmiş! Forlan’ın 73. dakikada yakaladığı pozisyon o denli heyecan yarattı ki tribünlerdeki vuvuzela seslerini ilk kez insan sesi bastırdı! Gerisini sen düşün…

64,000 kişinin izlediği maçın ikinci yarısında inanmayacaksın ama bir ilk yaşandı. Uruguaylı Loderio turnuvanın ilk kırmızı kartını gördü. Oysa ilk sarı kartını da göreli henüz 16 dakika olmuştu… İlk sarısını da oyuna girdikten 2 dakika sonra gördüğünü söylersek arkadaşın gazı anlaşılmış olur herhalde.

Maçın unutulmaz bir anı da Henry’nin rakibin eliyle oynadığı iddiasında bulunduğu enstantaneydi. Biraz edep ya hu! Biraz arlanma…

Böylece A Grubu’ndaki iki maç da beraber bitmiş oldu. Kazanan yok. Üstelik biz futbolseverlere de teselli ödülü bile yok. Üfleye üfleye beynimize yapılan tecavüz ile başladık bir Dünya Kupası’na, sonumuz hayrola…

Read Full Post »

İkinci maç itibariyle anlamış bulunuyoruz ki bu Vuvuzela eziyeti sadece ezsahibi ekibin maçlarıyla sınırlı değil… Uruguay-Fransa maçında da eziyet devam ediyor. Herkesi http://www.banvuvuzela.com/ sitesine, oy vermeye davet ediyorum.

Read Full Post »

Read Full Post »

Read Full Post »

Ve futbola tapanların en büyük ayini Dünya Kupası başladı. Karakıtanın ilk kez evsahipliği yaptığı 2010 Dünya Kupası açılış maçında evsahibi Güney Afrika ile Meksika Johannesburg’da karşı karşıya geldiler.

Maça geçmeden söylemeden edemeyeceğim; Dünya Kupası, Dünya Kupası olalı böyle seyirci eziyeti görmedi. Arkadaş o “Vuvuzela” denilen alet ne beter şeymiş! Benzer namelerin Moskova semalarından yükselmesine alışkındık da Dünya Kupası’nda bu şiddetle karşımıza çıkınca insan savunmasız yakalanıyor. Ömer Üründül etkisiyle beraber taca çıkarmak üzere alıcımızın ses ayarı ile oynamak zorunda kaldık! Allah’ını, Ulu Manitusunu seven o aletleri stadyumlara almasın dostlar. Buradan önce 70 milyonluk ülkeme sonra da Afrika’ya sesleniyorum, lütfen!

 83.548 seyircinin izlediği maça Meksika başladı, Güney Afrika izledi desek yeridir. Öyle ki bu kez kanattaki sınırlı alanı değil, rakip yarı sahanın ortalarını kullanma özgürlüğü olan Dos Santos’un önderliğindeki Meksika her an sonucu değiştirecekmiş gibi baskılıydı. Güney Afrika’nın şaşkın defansının biraz beceri çoğu kez şans ile savuşturduğu toplar gol olmadı. İşte devrenin sonlarına doğru bu kez futbol tanrısının dediği bir kez daha oldu; atamayana atarlar. Yazılması zor, okunuşu eğlenceli Bafana Bafana Siphiwe Tshabalala (Şabalala!) enfes gördü uzak köşeyi ve devre arasına ülkesini başı dik gönderdi.

Soccer City Stadyumu’ndaki ikinci yarıda biraz daha tempo, biraz daha Dos Santos ve çokça bireysel hata vardı. Dos Santos aslında Galatasaray ile geçirdiği sezondaki gibiydi; istekli, çalışkan ancak sonuca etkisi yok… Yine de hakkını verelim; belki de sahanın en iyisiydi. İlerleyen anlarda golü yine Bafana Bafana bulabilir oldu, hatta öyle ki direkten dönen, bomboş kaleye girmeyen toplar hep evsahibi istatistiklerine yansıdı. Ancak hemen belirtelim evsahibi tüm tehlikelerini kontra ataklara, akıllı uzun toplara ve Meksika defansının saçmalamasına borçluydu. Meksika’nın maç genelinde topa %65 oranında sahip olması karşı takım teknik direktörünün Parerria olduğu düşünülünce daha anlamlı olur. Özellikle kaçan her pozisyonda ismi geçen Katlego Mphela’ya çok karabüyü yapılır bu akşam benden uyarması. Ancak Barça’daki bitiriciliğini bildiğimiz defans oyuncusu Marquez kaleci ile karşı karşıya affetmedi ve ilk maçın hakkı olan skoru ilan etti:1-1.

Futbol şaşırtıcı bir oyun elbette, ancak bazen tarihin tekerrürüne de itimat etmek lazım. Bugüne kadar ilk maçını oynayan hiçbir evsahibi takımın mağlup olduğunu yazmadı futbol tarihi. Bu istatistik en azından 2014’e kadar devam edecek…

Meksika: 01 Perez , 02 Rodriguez , 03 Salcido, 04 Marquez , 05 Osorio , 12 Aguilar (Guardado, 56), 16 Juarez,06 Torrado, 09 Franco (Hernandez, 73), 11 Vela (Blanco, 69), 17 Giovani

Güney Afrika: 16 Khune, 02 Gaxa, 04 Mokoena, 15 Thwala (Masilela, 45), 20 Khumalo, 08 Tshabalala, 10 Pienaar (Parker, 83), 11 Modise, 12 Letsholonyane, 13 Dikgacoi, 09 Katlego Mphela

Read Full Post »

Çok konuşuldu, hâlâ da konuşulmaya devam ediyor…
“Galatasaray Altyapısı’ndaki 87 Jenerasyonu heba oldu?”, “87 Jenerasyonu şuan nerde?”gibiiddialı konu başlıkları yazılı basında ve televizyonlarda bir hayli gündem maddesi yapıldı. Konuyla ilgili söz alan, kalem oynatan hemen her yorumcunun ifadeleri olumsuzdu. Ve hatta yaralayıcı ve kırıcı…
Önce 87 Jenerasyonunda öne çıkan isimlere bir göz atalım;

  ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ KULÜBÜ
1 ARDA TURAN 1987 GALATASARAY
2 UĞUR UÇAR 1987 GALATASARAY
3 MEHMET GÜVEN 1987 MANİSASPOR
4 FERHAT ÖZTORUN 1987 TRABZONSPOR
5 UĞUR ERDOĞAN 1987 G.ANTEP B.Ş.BLD
6 CAFER CAN AKSU 1987 KONYA ŞEKERSPOR
7 MÜLAYİM ERDEM 1987 YALOVASPOR
8 OĞUZ SABANKAY 1987 İST.B.Ş.BLD
9 UĞUR DEMİROK 1987 KARTALSPOR
10 ÖZGÜRCAN ÖZCAN 1988 RİZESPOR
11 AYDIN YILMAZ 1988 ESKİŞEHİR

Altyapıda, başarıya giden yolda 3 önemli kriter vardır:
1-) Yetenekli futbolcuları bulmak,
2-) Bünyeye katılan yetenekli futbolculara, her yaşta alması gereken eğitimleri (teknik, taktik, fiziksel ve zihinsel) vermek. Örneğin; koordinasyonun (topla,topsuz) çok küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanması çok önemlidir)
3-)Yarıştırmak.

 

Böylelikle, altyapı futbolcuları en donanımlı şekilde A-Takım bünyesine kazandırılır.
GALATASARAY’da geçmişten gelen bir gelenek vardır. GALATASARAY Profesyonel Takımı’na altyapıdan kazandırılan futbolcuların çok büyük bir bölümü GALATASARAY Minik Takımlarından itibaren eğitim verilerek yukarıya kazandırılmıştır.
1996-2000 yılları arasında ki efsane dönem kadrosuna baktığımızda
1-) BÜLENT KORKMAZ
2-) TUGAY KERİMOĞLU
3-) SUAT KAYA
4-) OKAN BURUK
5-) FATİH AKYEL
6-) EMRE BELÖZOĞLU                                                                                      
Yukarıda isimleri zikredilen bu 6 futbolcuyu incelersek (EMRE BELÖZOĞLU U14 yaş takımlarından itibaren oynamıştır) GALATASARAY U13 takımlarından itibaren eğitim almaya başlayıp A-Takıma kazandırıldıkları gerçeği ile karşılaşırız. Üstelik 2000 Mayısı’nda UEFA KUPASI’nı kaldıran takımın kadrosunda da altyapıdan gelen 6 futbolcunun varlığı dikkatli gözlerden kaçmamıştır: BÜLENT, SUAT, OKAN, FATİH, EMRE, KALECİ KEREM.
Bir altyapı organizasyonunun en temel başarı kriteri, profesyonel takıma verdiği futbolcu sayısıdır. Başarı ne U-13 Şampiyonluğu’dur ne de A2 Ligi Şampiyonluğu’dur. A-Takıma kaç futbolcu kazandırdıysan o kadar başarılısındır. İnsanın doğasında “KAZANMA” iç  güdüsü vardır; spor yapan insanda bu içgüdünün daha da baskın olması doğaldır. Buna rağmen, kanaatimce en doğru Altyapı Felsefesi “Maç kazanmaktansa, futbolcu kazanmak” şeklinde tanımlanabilir.
Üst düzey futbol kulüplerinde, altyapıdan A-Takıma her sene 1 oyuncunun kazandırılması hedeflenir. Eğer o kulübün altyapı organizasyonu, bir senede A Takım’a 2 futbolcu kazandırmışsa bu çok büyük bir başarı olarak adledilir. Yani BARCELONA Takımının aynı anda 3 tane MESSİ veya GALATASARAY Takımının aynı anda 3 tane ARDA çıkarması zordur. Bunun sebeplerine bakıldığında birden fazla değişkenin işin içerisine girdiği görülecektir. A-Takımdaki futbolcu dengeleri, Teknik Direktörün futbol felsefesi ve futbolcuya bakış açısı, kulüp politikaları, o kulüpteki geleneksel değerler ve futbol vizyonu vd. gibi bir çok sebebin varlığı inkâr edilemez. Her hacimdeki futbol kulüpleri için benzer değişkenler geçerlidir.
Aslında BARCELONA’nın her sene 1 MESSİ, GALATASARAY’ın her sene 1 ARDA, BEŞİKTAŞ’ın da her sene 1 NİHAT çıkarması da zordur ama “İMKÂNSIZ” değildir.
Şimdi aşağıdaki tabloya dikkatle bakalım:

BÜLENT KORKMAZ 1968 ARDA TURAN 1987
TUGAY KERİMOĞLU 1970 UĞUR UÇAR 1987
SUAT KAYA 1967 MEHMET GÜVEN 1987
OKAN BURUK 1973 FERHAT ÖZTORUN 1987
FATİH AKYEL 1977 UĞUR ERDOĞAN 1987
EMRE BELÖZOĞLU 1980 CAFER CAN AKSU 1987
    MÜLAYİM ERDEM 1987
    OĞUZ SABANKAY 1987
    UĞUR DEMİROK 1988
    ÖZGÜRCAN ÖZCAN 1988
    AYDIN YILMAZ 1988

Soldaki tabloda, bütün futbolcuların farklı jenerasyondan, sağdaki tabloda ise bütün futbolcuların aynı jenerasyondan olduğunu görürsünüz.
Şimdi birde sağdaki tabloyu isimler bazında derinlemesine inceleyelim:
ARDA TURAN:Anlatmaya gerek var mı bilmiyorum? A-Takım’da ve şu anda Türk futbolunun ve GALATASARAY tarihinin en pahalı bonservisli futbolcusu konumunda. 120 kez milli oldu.(40’ı A-Milli).11 yaşında Bayrampaşa Altıntepsi Makel Spor’ dan transfer edildi.
UĞUR UÇAR: A-Takımda oynuyor.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 88 kez milli oldu.11 yaşından beri GALATASARAY’DA (filiz lisans).
Meşhur Konyaspor maçında sakatlanmasaydı (BATİSTA ile çarpıştığı poziyon) eminim ki o sene Avrupa Şampiyonası Finallerine giden A-Milli Takımın kadrosuna çağrılacaktı.
MEHMET GÜVEN: A-Takımda oynadı.Geretsli kadroda şampiyonluk gördü.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 38 kez milli oldu.11 yaşında Kanarya Azimspor’dan transfer edildi.
AYDIN YILMAZ: A-Takımda oynadı. Geretsli kadroda şampiyonluk gördü.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 67 kez milli oldu.12 yaşından beri GALATASARAY’da.(filiz lisans)
Meşhur Konyaspor maçında attığı bir golle GALATASARAY’ın şampiyon olmasına büyük katkıda bulundu.
FERHAT ÖZTORUN: A-Takımda oynadı. Geretsli kadroda şampiyonluk gördü.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 78 kez milli oldu.12 yaşında GALATASARAY’a geldi (filiz lisans).
UĞUR DEMİROK: A-Takımda 1 maç oynadı..Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 26 kez milli oldu. 12 yaşında GALATASARAY’a geldi (filiz lisans).
CAFER CAN AKSU: A-Takımda oynadı. Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 98 kez milli oldu. 14 yaşında Antalya Yol Spor da oynarken takip edilmiş ve transfer edilmiştir,.. O zamanki A-Takım teknik direktörü, Cafer’in özelliklerinden dolayı “ BU ÇOCUĞU FANUSA KOYALIM ” demişti.
UĞUR ERDOĞAN: 17 yaşında Zeytinburnu Spor da oynarken takip edilmiş ve transfer edilmiştir,
OĞUZ SABANKAY : A-Takımda oynadı.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 82 kez milli oldu. 17 yaşında Akhisar Belediye Gençlikspor’da oynarken takip ve transfer edilmiştir, ayrıca OĞUZ SABANKAY benim çalıştığım dönemde altyapıya transfer edilmiş en pahalı futbolcudur. (Genç futbol dünyasını yakından takip edenlerin, Almanya‘daki hazırlık döneminde oynadığı Mönchengladbach maçı zannediyorum hala hafızalarındadır).
ÖZGÜRCAN ÖZCAN: A-Takımda oynadı.Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 74 kez milli oldu.14 yaşında Antalya Manavgat Belediye Spor da oynarken takip edilmiş ve transfer edilmiştir.  15 yaşında Avrupa Şampiyonu olduğumuz dönemde (Bu başarı kulüp bazında altyapılarda bir ilktir – NİKE PREMİER CUP) şampiyonanın gol kralı oldu. Ayrıca en az gol krallığı kadar önemli olan Dünya Fair-Play ödülünü aldı.
MÜLAYİM ERDEM:Erdem kardeşlerin en büyüğü. Genç Milli Takımlarda ve Ümit Milli Takımda toplam 58 kez milli oldu.10 yaşında GALATASARAY’a geldi(filiz lisans)
Şimdi yukarıdaki tabloya dikkatli baktığımızda saydığım 4 futbolcu (Cafercan, Uğur, Oğuz, Özgürcan) haricindeki 7 futbolcunun (ARDA, UĞUR UÇAR, MEHMET, FERHAT, MÜLAYİM, UĞUR DEMİROK, AYDIN) minik takımdan itibaren Galatasaray Altyapı Organizasyonu içerisinde eğitim aldıklarını görürüz.
Sonuç olarak,

* 87 Jenerasyonunda, 11 futbolcudan 7’sine GALATASARAY Minik Takımından itibaren eğitim verilmiş ve bu oyuncular A-Takıma kazandırılmıştır. Böylelikle GALATASARAY geleneği üstüne katılarak devam ettirilmiştir.

* 11 Futbolcunun hepsi Türk Milli Takımları’na (A MİLLİ ,ÜMİT MİLLİ VE GENÇ MİLLİ) hizmet etmiştir ve etmeye de devam etmektedirler.

* 87 Jenerasyonun en önemli ürünü ARDA TURAN, Türk futbol tarihinin bonservis bedeli en yüksek futbolcusu, ayrıca Türk Milli Takımının ve GALATASARAY Takımının yıldızı olmuştur.

* ARDA TURAN ve UĞUR UÇAR gibi üst düzey 2 futbolcu A-Takımda kalıcı olmuştur. Diğerleri ise Türk Futboluna kazandırılmıştır…

Türkiye’de, altyapılarda aynı yaş grubundan 11 tane futbolcunun bir anda A-Takıma namzet olması az rastlanan ve Türk Futbolu için olumlu bir olaydır.
Hal böyle iken 87 Jenerasyonu ile ilgili neden hep yaralayıcı ve kırıcı yorumlar yapılmıştır?
Birisi bakar, birisi görür…
Bakmakla görmenin farkıdır bu…
Bütün mesele budur…
Görenlere teşekkürler…
ALİ YAVAŞ, METİN YILDIZ, AHMET KESKİNKILIÇ, ABDULLAH AVCI, RECEP YAZICI, HALİM FIÇICI, ZAFER KOÇ,DOÇ.DR.BÜLENT BAYRAKTAR,CEVAT GÜLER,CEREN TOKDEMİR…. ve ismini yazamadığım diğer ekip arkadaşlarım…
Emekleriniz ve sizlerden öğrendiklerim için,
Hepinize sonsuz teşekkürler…
Haddim olmayarak…

http://www.fatihibradi.com/

Read Full Post »

Futbol Federasyonu yeni sezonu 6+2+2 sistemi ile hazırlanıyor. 6 sahada 2 yedekte olabilen yabancı oyunculardan +2 tanesi de 18 dışında bekleyebilecek. Yani 2010-2011 sezonunda takımlarımız 10 yabancı futbolcu ile sözleşme imzalayabilecekler. Yani bu sezon işler Mustafa Denizli için biraz daha zor!

Read Full Post »

Güney Afrika’dan kupayla dönmek isteyen iki iddiali Avrupa ülkesi ilk kapışmayı takım elbiseleri ile yaptı. Hangisi daha şık bilemem ancak seçilen renkler iki ülkenin imajı ile uyuyor.

Read Full Post »

3 boyut teknolojisi Avustralya kampında. Lucas Neill ile Cahill teknolojiye hemen adapte olmuşlar… Yakışmış mı? Hayır!

Read Full Post »

Older Posts »